Dış Politika oluşumu
kendi başına bir kara kutu. Bunun nedeni ise karar alma süreçlerinin iki ana
sütunu: değerler (insan hakları, özgürlük, demokrasi, eşitlik,
silahlı güce başvurmama, diğer ülkelerin bağımsızlığını tanıma vb.) ve çıkarlar
(siyasi, ekonomik, askeri, kültürel vb.). Tanımları da içerikleri de
tartışmalı bu iki kavram iç içe geçerek ve zaman içinde de evirilip çevrilerek
dış politika alanını sessizce biçimlendiriyor. Değerler, (ulusal) çıkarları
şekillendirerek, çıkarlar da değerleri bazen önüne katarak (2003 Irak işgali)
bazen de geride bırakarak (1956 Mısır, Süveyş krizi) dış politikanın sosyal
gerçekliğini her gün yorulmadan yeniden yoğuruyor. Uluslararası Hukuk ise II.
Dünya Savaşı sonrası kurulan güç dengesi ve insanlığın geldiği nihaî siyasi
evrim düzeyini (en azından tarihsel anlamda) temel alarak, ‘değerler’in
içeriğini standart ve herkes için ulaşılabilir hale getirmeye çalışıyor.
Öncelikleri (anlaşmazlıkların barışçıl yoldan çözümü), mutlakaları (devletlerin
toprak bütünlüğüne saygı) ve aslaları (kimyasal silah kullanımı) listelemek
için elimizdeki tek ortak rehber şu an için Uluslararası Hukuk. Kavramsal
çelişkileri, politik yoruma açık doğası ve en çok da caydırıcı gücünün olmaması
Uluslararası Hukuk’un zafiyetleri ama olmadığı durumda da aynen ormana geri
dönüyoruz.
Şimdi, Suriye’de kullanılan kimyasal silahlarla, aralarında çocukların da
bulunduğu yüzlerce sivilin öldürüldüğü Guta katliamının bir insanlık suçu
olduğu ve cezasız kalamayacağı savı temelinde yükselen Fransa’nın Suriye’ye
yönelik son dönem politikasına ve düzenlenmesi olası bir askeri müdahaleye
katılma hevesine ‘değerler’ penceresinden bir göz atalım. Fransa, İnsan
ve Vatandaşlık Hakları Bildirisi'nin (1789) ev sahibi olarak kendisini
‘değerler hiyerarşisinin’ fikir kaynağı olarak görüyor. Devlet kimliğini ve bu
kimlik üzerinde yükselen dış politikasını da bu temelde kurmaya her
zaman hevesli görünüyor. Diğer yandan, Suriye üzerine son dönemde geliştirdiği
dış politika ise düne kadar savaş tamtamları çalıyordu.[1] ABD Dış İşleri
Bakanı John Kerry ile Fransa Dış İşleri Bakanı Laurent Fabius'un 7 Eylül'de
ortaklaşa düzenledikleri basın konferansı da yine bu ‘değerler’ penceresini
aralayan ifadelerle dolu. (Çıkarları basın konferansında açıkça ortaya koymak
haliyle daha zor, ayrıca değerler üzerine kurulan cümleler her zaman kulağa
daha hoş geliyor). Bu konferansta John Kerry, Fransa’da küçükken geçirdiği
tatillerin hakkını verecek şekilde akıcı Fransızcasıyla, iki ülke arasındaki
ortak ve kıymetli değerlere (kabaca ABD’nin İngiltere’den ayrılmasına ve bu
yolda Fransa’nın desteğine zarif bir) vurgu yapıyor. Diğer yandan
Laurent Fabious da büyük bir gurur ve cesaretle ‘2003’te Irak'a girmek
bir hataydı çünkü Irak'ta kitle imha silahları yoktu’ diyor
ve ekliyor : ‘Fransa Irak’ta kitle imha silahları olmadığını
çok iyi biliyordu. Haklı değildi bu dava ve Fransa katılmadı ama şimdi
Suriye’de bu silahlar var. Bu dava haklı bir dava ve Fransa da olası bir askeri
müdahalede ABD’nin yanında’. Fabious, bu şekilde haklı dava
haksız dava ayrımını açıkça ortaya koymakla kalmıyor, Fransa’nın
dış politikasının 'adalet ve hak' değerleri konusuna verdiği önemin altını da
sakince ve gururla çiziyor. (Burada Dominique de Villepin’in Şubat 2003'te
BM’de yapmış olduğu ders kitabı bölümü olarak okutulabilecek Irak müdahalesi
karşıtı konuşmayı anımsayalım). Bununla beraber, son G-20 toplantısı sonrası,
Rusya ev sahibi olarak göze batan bir kriz yönetme becerisi örneği
göstermiştir. Böylece yeni bir yola giren Suriye dosyasında, daha çok diplomasi
yanlısı bir hava esmesi karşısında bu güzel, cesur ve anlamlı cümleler, askeri
müdahale konusunda Fransa’nın gösterdiği aceleci tavrın acemiliğini gölgede
bırakamıyor.
Peki, Fransa Suriye’de bulunduğu iddia edilen bahsi geçen silahların
varlığından nasıl bu kadar emin? Emin çünkü Fransa 1969 yılında Suriye ile imzaladığı bir
bilimsel işbirliği anlaşması ile kurulan bir araştırma merkezinde kimyasal
silahların üretilmesi konusunda teknik destek veriyor. Fransız İstihbarat Teşkilatı
DGSE’den Alain Guilhou, ‘franceinter’ radyosunda 8 Eylül pazar
günü katıldığı bir programda, Fransa’nın Suriye’deki bu serüvenini sahadan
bilgilerle ortaya koyuyor. Diğer yandan ‘lecourrierderussie, 4 Eylül
günkü sayısında 'Nereden geliyor bu kimyasal silahlar?' sorusuna cevap
ararken, ABD Milli İstihbarat Bülteni’nin 15 Eylül 1983 tarihli sayısına
referans vererek, bu dönemde Suriye’nin Rusya ve Çekoslovakya’dan zehirli
kimyasallar aldığını ekliyor. Aynı haberde, Uluslararası Kimyasal Silahların
Çoğalmasını Önleme El Kitabı’nın 1991 yılı sayısında Rusya’nın 1970-1980
yılları arasında Suriye’ye savunma amaçlı kimyasallar sağladığı belirtiliyor.
Anlaşılan bu silahların satılması ve geliştirmesi konusunda Suriye ile
işbirliğine gidilmesi değerler zincirine herhangi bir zarar
vermiyor.
2000 yılında da Hafız Esad’ın ölmesi ile Başar Esad tek aday olarak ve
oyların %97’sini alarak Suriye Devlet Başkanı oluyor. Ekonomideki sıkıntılar,
işsizlik ve Orta Doğu’nun gerçeklerinin talep ettiği ince ayarlama gerekleri
karşısında acemiliğini bilen 34 yaşındaki yeni devlet başkanı ülkeyi
modernleştirmek üzere bir dizi atılımda bulunuyor. Başar Esad bu dönemde
bürokrasisini yenilemek için Fransa’dan yardım istiyor. 2001
baharında esen özgürlük havasında 99’lar manifestosu ile
değişim bir yol haritası bulduğunu düşünürken (düşünür, yazar, sanatçı ve
sinemacıdan oluşan 99 Suriyeli ülkede temel hak ve özgürlüklerin
geliştirilmesi, sendika ve parti kurulması ile ilgili taleplerde
bulunuyorlar) rejimin buna hazır olmadığı hızlıca ortaya çıkıyor. Değişim,
ekonominin sıkıntılı ve bölgenin de çetrefil politik saha gerçeklerine çarparak
baba yadigârı yöntemlerle susturulmaya çalışılıyor.
Diğer yandan uluslararası alanda da olaylar birbiri ardına Suriye’yi de içine alarak hızla gelişmeye devam ediyor: 11 Eylül Saldırıları sonrasında Suriye’nin küresel terörizm ile mücadeledeki işbirliğine yanaşmayan tavrı, İran ile yakınlaşması, 2005 yılında Chirac ve Bush tarafından hazırlanan, 1559 tarihli BM kararı ile Suriye'nin Lübnan’dan çıkarılması. Bunu takiben Refik Hariri’nin öldürülmesi (2005), bu cinayeti araştırmak üzere Uluslararası Adalet Divanı’na gidilmesi, 2006 Lübnan İsrail Savaşı gibi bir dizi gelişme ile Suriye uluslararası alanda günden güne daha da yalnızlaşıyor. Zayıf yönetim tek başına kaldıkça zafiyeti daha da ortaya çıkıyor, sertleşiyor, sertleştikçe daha da yalnızlaşıyor. Kısaca Suriye’de şu ana kadar huzur ve istikrar sağlanamamış olması yeni değil ancak yeni olan şu ana kadar gizlenen saklananların artık daha zor saklanabiliyor olması. Çünkü artık herkesin bir hikâyesi var ve bu hikâyeler de insan hayatı gibi çok kıymetli.
Diğer yandan uluslararası alanda da olaylar birbiri ardına Suriye’yi de içine alarak hızla gelişmeye devam ediyor: 11 Eylül Saldırıları sonrasında Suriye’nin küresel terörizm ile mücadeledeki işbirliğine yanaşmayan tavrı, İran ile yakınlaşması, 2005 yılında Chirac ve Bush tarafından hazırlanan, 1559 tarihli BM kararı ile Suriye'nin Lübnan’dan çıkarılması. Bunu takiben Refik Hariri’nin öldürülmesi (2005), bu cinayeti araştırmak üzere Uluslararası Adalet Divanı’na gidilmesi, 2006 Lübnan İsrail Savaşı gibi bir dizi gelişme ile Suriye uluslararası alanda günden güne daha da yalnızlaşıyor. Zayıf yönetim tek başına kaldıkça zafiyeti daha da ortaya çıkıyor, sertleşiyor, sertleştikçe daha da yalnızlaşıyor. Kısaca Suriye’de şu ana kadar huzur ve istikrar sağlanamamış olması yeni değil ancak yeni olan şu ana kadar gizlenen saklananların artık daha zor saklanabiliyor olması. Çünkü artık herkesin bir hikâyesi var ve bu hikâyeler de insan hayatı gibi çok kıymetli.
BM Şartı, anlaşmazlıkların barışçıl yoldan çözülmesi, silahlı kuvvet
kullanımına başvurulmaması gibi çok temel maddelerin yanı sıra bir devletin
kendi halkını koruma konusundaki sorumluluğuna da yer veriyor. Aynı çerçevede,
bu sorumluluğun yerine getiril(e)memesi durumunda, uluslararası toplumu
(temsilen BMGK'yı) bu halkı korumak için diplomatik, insani ve diğer gerekli imkânları
kullanmakla yükümlü kılıyor. Bu 'diğer gerekli imkânlar' BMGK üyesi (daimi)
ülkelerin dış politikasının çıkarlar ve değerler kara kutusunda şekilleniyor.
Değerler ve çıkarların iç içe geçemediği anlarda kara kutu açılıyor ve Uluslararası Hukuk'un kavramsal çıkmazları uygulama çıkmazlarına
dönüşüyor. Diğer yandan Uluslararası Hukuk'ta bir katliamın insanlık suçu
sayılabilmesi çatışmanın iki devlet arasında olmasına bağlıdır. Suriye’de
gerçekleşen Guta katliamı iki devlet arasında gerçekleşmediği için hukuki
olarak insanlık suçu sayılamıyor. Fransa’nın son dönem Suriye politikasını değerler
parantezine aldığımızda koruma hakkı, insanlık suçu ve cezalandırma hevesini,
biraz da aceleciliği görüyoruz peki çıkarlar parantezine aldığımızda tabakta ne
var?
[1] François Hollande, dış politika
belirleme sürecinde gerekçeleri tartışmaya açsa da anayasanın kendisine
tanıdığı geniş yetki çerçevesinde dar sayıda danışmanıyla kara kutuyu
belirlemesiyle Mitterand geleneğini sürdürecek gibi
görünüyor. Suriye’ye yönelik olası bir askeri
müdahaleye katılma konusu parlemantoda sadece görüşülüyor oylama yapılmıyor.
0 comments:
Enregistrer un commentaire