Pages

Home » » İçine kapanan Avrupa'da yükselen milliyetçilik dalgası 30.09.2014

İçine kapanan Avrupa'da yükselen milliyetçilik dalgası 30.09.2014


Christophe Miralles
Christophe Miralles*, L'autre par le même
Kendi haline kaldığında (bırakıldığında), gündelik küçük konforundan başka bir şey düşünememek doğal ve sağlıklı bir ruh hali olarak kabul edilebilir. Peki bu durumun nispeten uzun sürmesi acaba içine kapanma riski taşıyor mu? Hele bu (alışılmış-kanıksanmış) gündelik küçük konforu, için için kemiren yenilikler ardı ardına baş göstermeye başladığı zamanlarda. Ya bunların üzerine, ters giden şeylerin adının bir türlü açık ve tam olarak konulamaması da eklenirse? Sağlıklı ve neşeli başlayan bu ruh hali, zamanla yabancılardan uzaklaşma - hatta yabancı düşmanlığına - kadar uzanan tehlikeli bir kapıya açılabilir mi? Bu kapının ardında, ya zamanla kendinden (!) olanlardan da uzaklaşmaya ve son kertede kendinden uzaklaşmaya hatta kendine düşmanlığa kadar gidebilen tehlikeli bir sona doğru ilerleyen uzun bir yol varsa. Uzun bir süredir zamanını evinde tek başına geçirmiş, bazı çok ileri yaştaki kişilerde buna benzer (gerçeklik yırtılması, zamanda ve mekanda algı kayması vb.) davranışlara hepimiz tanık olmuşuzdur. Avrupa, yaşlanan nüfusu ile de uyumlu bir şekilde, gittikçe bu ruh halinde ilerliyor izlenimi veriyor. Son yıllarda eski kıtada göçmen politikalarının sertleşmesi, sınır kontrolüne yapılan ciddi yatırımlar, bu kendi içine kapanma eğilimini kanıtlar nitelikte. 

Bu durum, 2008 yılında yaşanan kriz sonrasında alınan tedbirlere tepki olarak, ekonomik alanda korumacı (üretim tesislerinin ucuz iş gücü yağmasından vazgeçerek Avrupa'ya geri dönmesi, ya da yerli malı tüketiminin üstü kapalı teşvik edilmesi çabaları) ve bölgeselci (para yerine geçen alternatif değişim araçlarının bazı yerel ekonomilerde dolaşıma sokulması vb.) yaklaşımlarda da kendini gösteriyor. Ekonomik alanda korumacılığa dönüş arzusuyla şekillenen bu kendi içine kapanma hali, politik alana geldiğinde, içindeki korkuyu, artan şiddet eğilimi ile dışa vuruyor. Örneğin, Almanya’da, siyasi sığınma hakkı isteyen bazı mültecilerin ağırlandığı merkezlerde  çalıştırılan (taşeron şirket) görevlilerinin, sığınmacılara ne kadar sert davrandıkları artık ana haber bültenlerine konu oluyor. (Arte Journal, 29.09.2014). İtalyan bir muhasebecinin pazarda çanta satan siyah bir göçmeni öldürmesi, Yunanistan’da kapatılan altın şafak hareketi, Lampedusa Adasında, Avrupa’ya girip giremeyeceği kararını bekleyen binlerce kaçak göçmenin durumu vb. örnekleri çoğaltmak mümkün.

Küresel finansın yangınında, dertleriyle baş başa günden güne eriyen konforunu arayan Avrupa, öteki ile ilişkilerinde mesafeyi arttırırken acaba kendi içinde nasıl? Akla ilk gelen, son dönemlerde İskoçya ve Katalonya'da öne çıkan ayrılıkçı hareketler. Kendinden (ulusal birlik ve AB çatısı altındakinden) olandan da uzaklaşma, sıkıntının sadece dışarıdaki ötekiyle değil içerideki ötekiyle olan ilişkilere uzandığını yani gidişatın tehlikeli yola uzanan kapıyı açmaya uzandığını gösteriyor. Son olarak, Fransa’da, (sene başında kırmızı bereleriyle çevre vergisini protesto eden gösteriler etrafında birleşen) Brötonlar, şimdi bazı komşu belediyelerin Brötanya Bölgesine eklenmesini istiyorlar. Yapılan gösterilerde, 'Brötanya Fransa değildir' yazılı pankartlar gözlerden kaçmıyor. Hikâyenin gerisini biliyoruz. Gençler arasında kendinizi Bröton mu hissediyorsunuz yoksa Fransız mı tartışmaları, merkeziyetçi yönetimin zararları üzerine sorgulamalar ve etnik kimlik üzerinden yerel tarihi yeniden okuma egzersizleri. Ayrılıkçılık taleplerinde ekonominin yeri yadsınamaz. Bazı örneklerde ekonomik olarak daha ileride olanlar nispeten daha geride olanları taşımak istemiyor (Kuzey İtalya, Katalonya), bazı durumlarda da geride olanlar ( İskoçya). 

Sonuç her ne kadar 'hayır' da çıksa, 18 Eylül’de İskoçya'da yapılan referandum, Büyük Britanya’nın adını bir gecede Küçük Britanya olarak değiştirebilecek derecede önemli bir halk oylamasıydı. Katalanlar ise henüz referandum hakkını almak için mücadele veriyorlar ama son yıllardaki kararlılıkları Madrid’in başını düzenli bir şekilde ağrıtmaya yetiyor. Diğer yandan bu ayrılıkçı hareketler, ne tesadüftür ki artan işsizlik, dayatılan kemer sıkma politikaları ve ekonomik durgunluk dönemlerinde gündeme daha sık geliyor. Örneğin, İspanya’da liberal politikaların izlendiği 1980'ler döneminde, işsizlik yarı yarıya indiğinde, AB'den yardımlar çığ gibi akarken, akıllarda fazlaca soru yoktu. Her şey iyi gidiyormuş gibi görünürken, zaten olması gereken bu gibi bir yaklaşımı (ön kabulü) neşeli bir ruh haliyle kabul eden kitlelerde şu an ‘beraber yaşama’ şartını sorgulama eğilimi ortaya çıkıyor. Her şey iyi (!) giderken, bu iyi gitmenin arkasındaki sebeplere ve sürdürülebilir olup olmadıklarına belki daha az bakılıyordu. 

Ayrılıkçılık hareketleri söz konusu olduğunda, göze çarpan bir diğer nokta, Avrupa Birliğinin, dışarıdaki (örneğin Kürt ya da zamanında Yugoslavya'nın parçalanmasına giden) ayrılıkçı hareketlere, halkların kendi özgür iradeleriyle kaderlerini tayin etmeleri hakkı üzerinden yaklaşırken, bu türkünün, AB sınırlarından içeri girmek istediğinde gizli bir duvara çarptığını görüyoruz. 

Beraber yaşamak, tabaktaki yemek (biraz) azalınca zorlaşıyor. Ötekinden uzaklaşmak, acaba tabakta yemeğin neden azaldığını sorgulamayı başlatabilecek mi?

*Christophe Miralles'e bu tablosunu bizimle paylaşma nezaketinden dolayı teşekkür ederim.
Yazıyı okuyarak değerli yorumlarını benimle paylaşan Çağdaş Dedeoğlu'na teşekkür ederim.

0 comments:

Facebook Blogger Plugin: Bloggerized by AllBlogTools.com Enhanced by MyBloggerTricks.com

Enregistrer un commentaire

 
Support : Copyright © 2013. Okumalar Yazmalar - All Rights Reserved