Her gün bir başka aşırı-bireysel oyuncağın yeni bir uygulamasıyla saatlerce oyalanırken, sessizce, hızla, şuursuzca ama kendi isteğiyle vatandaştan müşteriye dönüşen gündelik yaşamlar da, gece vakti hızla yol alan bir arabanın önüne bir anda çıkan tavşanın**, arabanın farına baktığı gözlerle, olan biteni izleyen sol da (sermayenin diktasına karşı insanı merkeze koyanlar ve koyduğunu zannedenler diyelim), dünyanın en büyük işkencesi olan 'umutsuzca arzu etme deneyiminin' işgali altındalar. Kendi kendine öğrenen akıllı bir mekanizma gibi her an yeniden üretilen bu işkenceyi bertaraf etmenin tek yolu var: 'Gerçek'in görüntüsü/gölgesi/maskesiyle yetinmek. Tam da bu noktada, olağanüstü bir arzuya (modernitenin komünizm ile evliliğine) umutla bakan Alain Badiou,'nun 'kayıp gerçeğin peşinde' ile ne anlatmak istediğine bir göz atmak, derin ve heyecanlı bir deneyim.
Okuma* Notları :
Badiou, 'gerçek' nedir diye sorarak başlıyor düşünce akışına. Filozof olarak işini yapıyor. Günümüzde gerçek aranmıyor dolayısıyla bulunmuyor, gerçekle karşılaşılmıyor. Gerçek ile ilgili sorun, onu ararken nereden başlayacağımızı bilemememiz ki zaten bu, felsefenin ilk günden beri dertlerinden biri. Çünkü gerçeği ararken, tanımlardan, kavramlardan fikirlerden yola çıkamayacağımız gibi, hislere ve deneyimlere de başvuramıyoruz. Badiou bu noktada, gerçeğin temsilinden ziyade gerçeğin 'hipotezi' üzerinde duruyor. Burada komünist hipotezin karşısında duranları tatlı tatlı (sinsi sinsi de diyebilir bazıları) içine çekecek -matematikle kazılmış- bir çukur hazırladığının ilk ipuçlarını veriyor. Derin bir çukur.
Politikacılar ve iş adamları tarafından daha çok 'gerçeklik' olarak adlandırılan 'gerçek', bugün boyunduruğuna girilmesi gereken, kısıtlamaları olan bir dayatma ve ekonominin gerçeğine indirgenmiş durumda (s.7). Ekonomi bu 'gerçek'liğin adeta savunucusu ve bekçisi konumunda(s.9). Diğer yandan, şu an içinde bulunduğu patolojik durumda, bırakın geleceği anlamayı, olan biteni bile açıklamaktan aciz ekonominin itibarı azalacağına, paradoksal bir şekilde daha da artıyor. Günümüzde sanki 'gerçek'in bilgisi ekonominin -tek-eline teslim edilmiş durumda. Mevcut olarak verilen ekonomi eğitimi ile, ekonomi biliminin içinde bulunduğu bu utanç verici durumdan kurtulması da imkansız görünüyor. Ekonomistler ve sponsorları, olan bitenin farkına, herkesle aynı anda yani olan bittikten ve iş işten geçtikten sonra varıyorlar. Peki ekonominin boyunduruğundan nasıl kurtulabiliriz?
Bu aşamada, sevgili Platon'una dönen Badiou, mağara benzetmesine gönderme yapıyor. Ekonomik kısıtlamaların gerçeğin kendisi değil gölgesi olduğunu öne sürüyor (s. 12). Diğer yandan, Yunanistan'da elektrik faturasını ödeyemediği için karanlıkta ve soğukta kalan aileler için gerçeğin gölgesi (kısıtlamalar), gerçeğin kendisinden daha gerçek görünebilir. Bu durumda mağaradan çıkıp dışarıya bakmak nasıl mümkün olabilir?
Politikacılar ve iş adamları tarafından daha çok 'gerçeklik' olarak adlandırılan 'gerçek', bugün boyunduruğuna girilmesi gereken, kısıtlamaları olan bir dayatma ve ekonominin gerçeğine indirgenmiş durumda (s.7). Ekonomi bu 'gerçek'liğin adeta savunucusu ve bekçisi konumunda(s.9). Diğer yandan, şu an içinde bulunduğu patolojik durumda, bırakın geleceği anlamayı, olan biteni bile açıklamaktan aciz ekonominin itibarı azalacağına, paradoksal bir şekilde daha da artıyor. Günümüzde sanki 'gerçek'in bilgisi ekonominin -tek-eline teslim edilmiş durumda. Mevcut olarak verilen ekonomi eğitimi ile, ekonomi biliminin içinde bulunduğu bu utanç verici durumdan kurtulması da imkansız görünüyor. Ekonomistler ve sponsorları, olan bitenin farkına, herkesle aynı anda yani olan bittikten ve iş işten geçtikten sonra varıyorlar. Peki ekonominin boyunduruğundan nasıl kurtulabiliriz?
Bu aşamada, sevgili Platon'una dönen Badiou, mağara benzetmesine gönderme yapıyor. Ekonomik kısıtlamaların gerçeğin kendisi değil gölgesi olduğunu öne sürüyor (s. 12). Diğer yandan, Yunanistan'da elektrik faturasını ödeyemediği için karanlıkta ve soğukta kalan aileler için gerçeğin gölgesi (kısıtlamalar), gerçeğin kendisinden daha gerçek görünebilir. Bu durumda mağaradan çıkıp dışarıya bakmak nasıl mümkün olabilir?
Badiou, eğitici bir örnek olarak, gerçeğin -sanki- bir istisnası gibi ortaya çıkan skandal kavramına geliyor. Skandal aslında gerçeğin sadece küçük bir parçası (s.16). Skandalın tek gücü, temsil ettiği gerçeğin o çok küçük parçasını sahneye çıkarması. Daha çok yolsuzluk şeklinde ortaya çıkan skandalın, gerçeği yırtan bir istisna olduğunun düşünülmesi, cezalandırma beklentisi oluştuyor. Oysa ki skandal gerçeğin dışında değil. Mesele 'gerçek' olduğunda, keskin/sert bir tanımdan başlayamayacağımız gibi, bir istisnanın da birden bire, bize gerçeğin kapısını açmasını beklememeliyiz. (s.20)
I - Anekdot:
Burada gerçek ve gerçeğin görüntüsünün özel bir karşılaşma sahası olan tiyatro sahnesine, Molière'in hayali bir hastalıktan ölüyormuş gibi yaparken gerçekten ölmesine geliyor Badiou. Ölüm bir gerçeklik olarak, burada gerçeğin görüntüsünün (hastalık hastalığının) yıkılışı üzerine kuruluyor. Görüntüsünü yıkmadan gerçeğe ulaşma imkanı yok. Dolayısıyla ihtiyaç duyulan, gerçeğin maskesinin çıkarılması, koparılıp atılmasıdır (s.22). Gerçeğe her ulaşma, aslında gerçeğin bölünmesi anlamına gelir (s.23). Pirandello, gerçeğin maskesinden koparılması sürecinde maskenin de gerçek olarak alınması gerekliliğine vurgu yapıyor. Buradan Badiou'nun bizi yavaş yavaş nereye götürmek istediğini kestirmeye başlıyoruz.
'Öyleyse burada üzülerek ifade ederim ki kapitalizm gerçeğinin çağdaş görüntüsü demokrasidir. Onun maskesidir. Üzgünüm çünkü demokrasi o veya bu şekilde tekrar ele alınıp yenşden tanımlanması gereken, hayran olunacak bir kelime. Molière'in piyesine benzer şekilde, bugün oynanmakta olan oyunun adı 'hayali demokrasidir' ve kapitalizmin oynayabileceği en iyi şekilde oynanmaktadır. İzleyiciler ve katılanlar da iyi kötü alkışlamaktadırlar. Ancak bu piyes devam ettiği sürece oynanan oyun, hayali demokrasi oyunu olarak kalmaya devam edecektir. Bu oyun devam ettikçe ve kalabalık bir topluluk onu alkışlamaya devam ettikçe, kapitalizm gerçeğini bölmek politik olarak imkansızdır. Gerçeğe, çıplak gerçeğe ulaşmak politik olarak mümkün değildir' (s.26). Oynandığı şekilde piyes sadece yanıltıcı yalandan bölünmelere (örneğin sağ- sol siyasi parti ayrımı gibi) olanak vermektedir. Bu aşamada Badiou son bir noktaya daha değiniyor: Şiddet. Gerçek ile gerçeğin görüntüsünün birbiriyle ilişkisi, gerçeğin bir parçası. Bu nedenle maskeyi koparıp atarken gerçeğin de bir bölümü de yırtılmaktadır (s.28).
II- Tanım
Lacan, gerçeği 'formalizasyonun çıkmazı' olarak tanımlamaktadır. Örneğin temel aritmetikte, sayarken, toplarken, çıkarırken (işlem yaparken) bir formalizmin içindeyiz. Ancak burada çok açık olmayan bir durum var: Sayıları birbirleriyle toplayınca sonuç her zaman bir sayı olacaktır. Demek ki, en son sayı diye bir şey olamaz. Diğer yandan, aritmetikte sonsuz diye bir kavram yok. Demek ki, sonlu aritmetiğin gerçeği, işlemin (formalizasyon) altında yatan sonsuzluk kavramını kabul etme çıkmazı ile su yüzüne çıkmaktadır. Aynı yoldan çıkarak politikanın gerçeğine dokunmak istersek şu anki politikanın formalizasyonuna bakmalıyız ki bu da - müsaade edilen - anayasal politikadır. Gerçek gücünün gizli imkansızlıklarında reddedilmiş (kenara atılmış) anayasal politika ! (Formülasyonun çıkmazı). Marx'ın tam da bu noktada, devletin düşürülmesi diye bahsettiği devrimci politikanın gerçekliği, yeni bir formalizasyon yaratma üzerine kurulu. İşte bu nedenle, formülasyon içinde -yeni/başka- bir işlemden ziyade, anlık olarak da olsa, formalizasyonu -kendi gizli gerçeği lehine)-durduracak bir 'hareket' gerekiyor.
Matematikte eğer sonsuzdan bahsetmek isterseniz aritmetik formülasyonlarında kalamazsınız, kümelere geçmeniz gerekir derken sevgili Cantor'una geliyor Badiou. Politikada ise bunun karşılığı devrimdir, çünkü o anda 'hareket', devletin formalizmini askıya alır. Badiou buradan şu sonuçlara varıyor: İlk olarak formülasyon olan herhangi bir yerde, gerçeğin keşfi mümkün değildir çünkü gerçek, formülasyonun çıkmazıdır (Lacan). Bu formülasyonun dışına çıkmadan ona ulaşma imkanı yoktur. İkinci olarak, gerçeği, formülasyonun çıkmazı olarak tanımlamak bu formalizasyonu kısmi olarak yok etmek ya da bölmek anlamına gelir. Bu noktada her şey, formülasyon içinde kabul edilemez bir bakış açısının doğrulamasıyla başlayacaktır. Badiou, devletten sonra şahsi mülkiyete geliyor ve ardından gelen sayfalar, ideolojik öfkenin felsefi inşa sürecine çekilip yedirildiği sayfalar. Badiou komünizmin, kapitalizmin gerçeğini su yüzüne çıkarabilecek tek süreç olduğunu söylüyor (s.36).
Kitapta, Fukuyama'nın düşünsel akışına getirilen eleştiri çok açık ve etkileyici (s.38). Diğer yandan şahsına getirilen eleştiri düşündürücü. Badiou da, aynen eleştirdiği Fukuyama gibi şu anki çağdaş uygarlığın rahat koltuğunda oturuyor olabilir mi? (s.39). Fukuyama'ya yönelttiği eleştiri, kendisine de yapılabilir. Çünkü o da çalışma ve oturma izni olmayanlar için gösteri yaptıktan sonra Paris'teki evine ve her sene Fransa'nın en iyi (bir avuç) öğrencisinin girebildiği Ulm'deki sınıfına geri dönüyor. (Buna karşın '... à la dictature de la figure réel dont je suis parti.....' (s.14) derken biraz iğneyi kendine de batırıyor).
Badiou'nun, gerçeğin karşısında şiir ve matematiği karşılaştırarak konumlaması insanı kadife gibi okşuyor. Bütün büyük şiirlerin dil üzerinden 'gerçek' ile radikal bir şekilde çarpışma alanı yarattığına dikkat çekiyor. Gramsci'nin mezarında meditasyona yapmaya gerçekten gerek var mı? (s.42). Meditasyona gerek var mı?
Badiou, farklı demokratik formlar düşünelim diyor (s.54) bunu okurken bir yandan insanın içi heyecan ve umut dolarken aynı anda bir o kadar da ödü kopuyor. Orta sınıf kahramanca bir şey olmasın istiyor derken satır arasında Badiou'nun hayal kırıklığı okunuyor ama belki de kapitalizmin en büyük kazancı/başarısı orta sınıfın içindeki kahramanlık arzusunu ve 'gerçek'in kendisine ulaşma isteğini (gücünü-imkanını) yok edecek güce ulaşmış olmasıdır.
'Öyleyse burada üzülerek ifade ederim ki kapitalizm gerçeğinin çağdaş görüntüsü demokrasidir. Onun maskesidir. Üzgünüm çünkü demokrasi o veya bu şekilde tekrar ele alınıp yenşden tanımlanması gereken, hayran olunacak bir kelime. Molière'in piyesine benzer şekilde, bugün oynanmakta olan oyunun adı 'hayali demokrasidir' ve kapitalizmin oynayabileceği en iyi şekilde oynanmaktadır. İzleyiciler ve katılanlar da iyi kötü alkışlamaktadırlar. Ancak bu piyes devam ettiği sürece oynanan oyun, hayali demokrasi oyunu olarak kalmaya devam edecektir. Bu oyun devam ettikçe ve kalabalık bir topluluk onu alkışlamaya devam ettikçe, kapitalizm gerçeğini bölmek politik olarak imkansızdır. Gerçeğe, çıplak gerçeğe ulaşmak politik olarak mümkün değildir' (s.26). Oynandığı şekilde piyes sadece yanıltıcı yalandan bölünmelere (örneğin sağ- sol siyasi parti ayrımı gibi) olanak vermektedir. Bu aşamada Badiou son bir noktaya daha değiniyor: Şiddet. Gerçek ile gerçeğin görüntüsünün birbiriyle ilişkisi, gerçeğin bir parçası. Bu nedenle maskeyi koparıp atarken gerçeğin de bir bölümü de yırtılmaktadır (s.28).
II- Tanım
Lacan, gerçeği 'formalizasyonun çıkmazı' olarak tanımlamaktadır. Örneğin temel aritmetikte, sayarken, toplarken, çıkarırken (işlem yaparken) bir formalizmin içindeyiz. Ancak burada çok açık olmayan bir durum var: Sayıları birbirleriyle toplayınca sonuç her zaman bir sayı olacaktır. Demek ki, en son sayı diye bir şey olamaz. Diğer yandan, aritmetikte sonsuz diye bir kavram yok. Demek ki, sonlu aritmetiğin gerçeği, işlemin (formalizasyon) altında yatan sonsuzluk kavramını kabul etme çıkmazı ile su yüzüne çıkmaktadır. Aynı yoldan çıkarak politikanın gerçeğine dokunmak istersek şu anki politikanın formalizasyonuna bakmalıyız ki bu da - müsaade edilen - anayasal politikadır. Gerçek gücünün gizli imkansızlıklarında reddedilmiş (kenara atılmış) anayasal politika ! (Formülasyonun çıkmazı). Marx'ın tam da bu noktada, devletin düşürülmesi diye bahsettiği devrimci politikanın gerçekliği, yeni bir formalizasyon yaratma üzerine kurulu. İşte bu nedenle, formülasyon içinde -yeni/başka- bir işlemden ziyade, anlık olarak da olsa, formalizasyonu -kendi gizli gerçeği lehine)-durduracak bir 'hareket' gerekiyor.
Matematikte eğer sonsuzdan bahsetmek isterseniz aritmetik formülasyonlarında kalamazsınız, kümelere geçmeniz gerekir derken sevgili Cantor'una geliyor Badiou. Politikada ise bunun karşılığı devrimdir, çünkü o anda 'hareket', devletin formalizmini askıya alır. Badiou buradan şu sonuçlara varıyor: İlk olarak formülasyon olan herhangi bir yerde, gerçeğin keşfi mümkün değildir çünkü gerçek, formülasyonun çıkmazıdır (Lacan). Bu formülasyonun dışına çıkmadan ona ulaşma imkanı yoktur. İkinci olarak, gerçeği, formülasyonun çıkmazı olarak tanımlamak bu formalizasyonu kısmi olarak yok etmek ya da bölmek anlamına gelir. Bu noktada her şey, formülasyon içinde kabul edilemez bir bakış açısının doğrulamasıyla başlayacaktır. Badiou, devletten sonra şahsi mülkiyete geliyor ve ardından gelen sayfalar, ideolojik öfkenin felsefi inşa sürecine çekilip yedirildiği sayfalar. Badiou komünizmin, kapitalizmin gerçeğini su yüzüne çıkarabilecek tek süreç olduğunu söylüyor (s.36).
Kitapta, Fukuyama'nın düşünsel akışına getirilen eleştiri çok açık ve etkileyici (s.38). Diğer yandan şahsına getirilen eleştiri düşündürücü. Badiou da, aynen eleştirdiği Fukuyama gibi şu anki çağdaş uygarlığın rahat koltuğunda oturuyor olabilir mi? (s.39). Fukuyama'ya yönelttiği eleştiri, kendisine de yapılabilir. Çünkü o da çalışma ve oturma izni olmayanlar için gösteri yaptıktan sonra Paris'teki evine ve her sene Fransa'nın en iyi (bir avuç) öğrencisinin girebildiği Ulm'deki sınıfına geri dönüyor. (Buna karşın '... à la dictature de la figure réel dont je suis parti.....' (s.14) derken biraz iğneyi kendine de batırıyor).
Badiou'nun, gerçeğin karşısında şiir ve matematiği karşılaştırarak konumlaması insanı kadife gibi okşuyor. Bütün büyük şiirlerin dil üzerinden 'gerçek' ile radikal bir şekilde çarpışma alanı yarattığına dikkat çekiyor. Gramsci'nin mezarında meditasyona yapmaya gerçekten gerek var mı? (s.42). Meditasyona gerek var mı?
Badiou, farklı demokratik formlar düşünelim diyor (s.54) bunu okurken bir yandan insanın içi heyecan ve umut dolarken aynı anda bir o kadar da ödü kopuyor. Orta sınıf kahramanca bir şey olmasın istiyor derken satır arasında Badiou'nun hayal kırıklığı okunuyor ama belki de kapitalizmin en büyük kazancı/başarısı orta sınıfın içindeki kahramanlık arzusunu ve 'gerçek'in kendisine ulaşma isteğini (gücünü-imkanını) yok edecek güce ulaşmış olmasıdır.
Alain Badiou da arzu ediyor ama umutsuz değil. İmkansızı arzu ediyor ve bunu umutla yapıyor. Umudunun sebeplerini de sağlama bağlamış.
** Burada Ergin Yıldızoğlu'nun 5280 kitabındaki traktörün önüne çıkan tavşan benzetmesinden esinlenilmiştir.
*http://www.fayard.fr/la-recherche-du-reel-perdu-9782213685977
Badiou'nun bu konuda Yeni Zellanda'da ingilizce yaptığı bir konuşmasına ulaşmak için :
https://www.youtube.com/watch?v=jrnl69UoQ8I
Badiou'nun bu konuda Yeni Zellanda'da ingilizce yaptığı bir konuşmasına ulaşmak için :
https://www.youtube.com/watch?v=jrnl69UoQ8I
0 comments:
Enregistrer un commentaire