Mehran
Tamadon, '2011'de bu belgeseli yapmak için yola çıktığımda, aklımda mollalarla bir ateistin İran'da aynı çatı altında yaşamasının
mümkün olabileceğini göstermek vardı, bu film
gerçekleştiğine göre bunu başardım', diyor.
Yıllarca süren badireli bir casting sürecinin ardından (projeye katılmayı reddeden din adamları, sorgulamalar, ülke dışına çıkma yasağı vb.) nihayet
dört din adamını, annesinin Tahran yakınlarındaki köy evine
gelmeye ve tartışmaya ikna etmeyi başarıyor. Mollalar, evi de temiz havayı da beğeniyorlar. 'Annen bir yıldan uzun bir zamandır bu
eve gelmediyse, peygamberin ailesinden gelen mirasçılarına vergi vermesi gerekir', diyerek aralarında gülüşüyorlar. Sinir bozucu bir pişkinlik var bu abartılı
gülüşlerde. Bu gülüşleri bu denli uzun gösterme isteği de gereksiz. Mollalar, eşlerini ve çocuklarını da çağırıyorlar
temiz havadan istifade etsinler diye. Konuşmalar başlıyor.
Laiklik, benimki ideoloji seninki değil mi?, kadını kapatma, yok açma, hayır tekrar kapama, cinsellik, kürtaj. Türkiye'den de
alışık olduğumuz, teorik/entelektüel anlamda hiç ilginç
olmayan, ön cephede paslı süngü savaşı. Mehram, belgeselin kahramanı olmamaya özen gösterdim derken, belgeselin
kurbanı gibi durmaktan hiç rahatsız değil. Bunda mollaların özellikle laiklikle ilgili saldırı temelli savunmalarına cevap veremeyişi var. Belgeseli yaparken kendi duvarlarıma da çarpmak istedim diyor. Cevap veremediği sessizlik anlarında o duvarlara çarpıyor da. Diğer yandan bu azınlıktaki kurban konumu, zaten Devrim (1979) sonrası, ya
öldürülen, ya hapse atılan ya da çil yavrusu gibi dünyanın dört bir köşesine dağılan kendisi gibi komünistlerin bulundukları 'kurban' durumunu iyi yansıtıyor. (Babası zaten Şah döneminde de 12 sene hapis yatmış).
Beraber
yaşama sihrini, cadı kazanında (inananla, anlamaya çalışan
arasındaki çaresiz ve -karşılıklı- ilerleme anlamında sefil mücadelede) gerçeğe dönüştürme
hayalindeki Mehran, elbetteki İran
devriminde mesela komünistlerin harcanan yerini sorguluyor: Ben de İranlıyım
burası/orası benim de ülkem, ben de varım diyerek çaresizce talep ediyor bu kayıp yeri/ kimliği. İran
içindeki beraber yaşamayı sorgularkenki/kurmak isterkenki iyimserliği şüphe
götürmez. Herkes kendi odasında istediği gibi olsun ama
ortak bir salon kuralım ve burada yapacaklarımızı ortak
bölenler etrafında tahammül/hoşgörü ve anlayış/saygı etrafında kurallara oturtalım derkenki samimiyeti ve iyi
niyeti de aynı şekilde.
Ancak ufak bir sorun var. İran içinde, beraber yaşama sihrini kurmanın, İran'ın da içinde bulunduğu uluslararası evdeki (camiadaki) beraber yaşama sihrinin ne zaman ve nasıl bozulduğunu göz ardı ederek gerçekleştirme imkanı var mı? Uluslararası bu
evin odalarını (bir tanesi de İran) ve ortak kullanım alanı olan salonu, bu salondaki kuralları ve bu kuralların İran'a şu ana kadar ne kadar pahalıya patladığını anlamadan, İran içinde beraber yaşama sihri kurmak mümkün mü? İngiltere ve Rusya tarafından işgal
edilmiş, Ajax ve sonrasında J. Carter dönemi operasyonlarını yaşamış, Devrim sonrasında da Irak ile giriştiği savaşta, dünya silah satış pazarına ve kan gölüne dönmüş İran, bugün bu uluslararası evin salondaki kuralları çok iyi anlamışa
benziyor (Nükleer İran).
İran'ı evin salonundan iten İslami Devrim mi yoksa Ajax Operasyonu mu? Şu an 30 yaşındaki
gençler içinde bulundukları ülkenin düzeni dışında herhangi bir şey biliyorlar mı? Balığa, su bugün nasıl diye sorduğunuzda 'hangi su?' derse balığın
suçu ne? Balığın üzerine kara bulut gibi çökmüş oksijensizlik nedeniyle su kapkaraysa, balığa neden benimle beraber yaşamıyorsun diye sormak ne kadar anlamlı? Dünkü karşılaşmamızda, yönetmene bu
soruyu ve İran'ın son dönemde bölgesel güç olarak yükselişini sorma şansı buldum. 'Bilmiyorum' dedi samimiyetle. Sorunuza cevap veremem çünkü beş kişiyi geçti mi anlamıyorum İran'ı diye ekledi. Kendimdeki
duvarları görmekti amacım diyordu belgeseli yaparken. Bu da belki başka bir duvar.
'Pasaportum iki kez elimden alındı ve bu film nedeniyle sorgulandım demeseydim belki Fransa'da bu kadar
tutulmayacaktı' derken de belli ki bir sitem var içinde yönetmenin. Diğer yandan, beraber yaşama hayalini, İran'a, aynen Fransa'daki kreşte çocuklarına ne kadar güzel müzik dersi verildiğini son model bilgisayarı ile mollalardan birinin karısına gösterdiği gibi sokuyor Mehran gözlere. Diğer yandan, muhtemelen, belgesele katılmayı kabule den bu mollalar da, ne güzel rejimimizin bedava propagandasını yaptık
diye düşünüyorlar. Mehran, pasaportunu geri alıp Fransa'ya ailesinin yanına geri dönüp
filmini gösterebildiği için mutlu. Mollalar da taş atıp kol yormadan Fransa'da İslami rejim propagandası yaptıklarını düşünüp mutlular. Herkes
mutlu yani.
Beraber yaşamanın bir sihri var ama bu sihrin arkasındaki şantiye dev gibi. Bu şantiye, sadece benim gibi olmayan ile aynı kare içinde görülürsem ve bunu (kendi evimin salonunda ve benim davetim üzerine) filme çekersem ile
kazılamayacak kadar derin ve kökleri tarihsel ve uluslararası gelişmelerle doğrudan bağlantılı. Bu da canı sıkılan, işlerin dışarıda kendileri için olduğundan daha kötü gittiğinden bir kez daha emin olmak isteyen orta sınıf Fransız soluna, İran'ın
içinden fotoğraf ve kareler servis ederek değil, İran'ın gelişen Orta Doğu dinamiklerindeki yeni yerini anlama ve anlatmanın önündeki duvarları yıkarak mümkün. Mehran, beraber yaşamanın sihrini umutla arıyor ama elindeki mumun ışığı kısa gelmiş anlaşılan.
Not: Bu eleştiri yazısı yönetmen üzerine kurulu çünkü belgesel de öyle.
0 comments:
Enregistrer un commentaire